![]() | |||||||||||||||
HAIL & FIRE - a resource for Reformed and Gospel Theology in the works, exhortations, prayers, and apologetics of those who have maintained the Gospel and expounded upon the Scripture as the Eternal Word of God and the sole authority in Christian doctrine.
EXTERNAL RESOURCES
Read Christian, Puritan, Reformed and Protestant exhortational works, Catholic and Protestant polemical & apologetical works, histories, martyrologies, and works on eschatology online: Hail & Fire Library
|
![]() |
HOME > Sermons: Hosted Sermons > Yuce Kabakci > ![]() Filipililer 1:12-19 by Yuce Kabakci (Turkish Christian and Former Muslim Converted to Jesus Christ)
Kardeşler, şunu bilmenizi isterim: Başıma gelenler daha çok Müjde'nin yayılmasına yaramıştır. Sonuç olarak bütün saray muhafızları dahil, herkes Mesih uğruna zincire vurulduğumu öğrendi. Kardeşlerin çoğu da zincire vuruluşumdan ötürü Rab'be güvenerek Tanrı'nın sözünü korkusuzca söylemekte daha da cesur davranıyorlar. Gerçi kimi Mesih'i kıskançlık ve rekabetle, kimiyse iyi niyetle duyuruyor. Sonuncular, Müjde'yi savunmaya atandığımı bilerek bunu sevgiyle yapıyorlar. #214;tekilerse Mesih'i temiz yürekle değil, bencil tutkularla duyuruyorlar. Böylece tutukluluğumda bana sıkıntı vereceklerini sanıyorlar. Ama ne önemi var? İster art niyetle ister içtenlikle olsun, her durumda Mesih duyurulmuş oluyor. Buna seviniyorum, sevineceğim de. Çünkü dualarınızla ve İsa Mesih'in Ruhu yardımıyla bunun bana kurtuluş getireceğini biliyorum. Geçen hafta hep birlikte Pavlus’un Filipi kilisesi için olan duasına bakmıştık. Pavlus’un bu örneğine bakarak, bizlerin de dua yaşantısında hem kendimiz için hem de kardeşlerimiz için öncelikle neyi istememiz gerektiğini bilmenin önemine değindik. Eğer bu duanın içeriğini tekrar etmemiz gerekirse, bizlerin bilgi ve her tür ayırt edişle gelişen bir sevgiye sahip olmamız için dua etmemiz gerektiğini söyledik. Bu hafta ise 12. ayetten 19. ayete kadar bakarak Tanrı’nın bizlerden, Pavlus’un bu ayetlerde söylemek istedikleriyle ne anlamamızı beklediğini inceleyeceğiz. Ancak bu hafta öncelikle 15-19 ayetlerine bakarak, bu ayetlerin nasıl yanlış anlaşıldığına değindikten sonra asıl olarak 12,13 ve 14. ayetlere odaklanacağım. 15-19 ayetlerinde bahsedilen durumda, bazı kişiler Pavlus’un hapiste olduğunu bilerek kendilerine Pavlus’un ünvanlarını vererek, elçiler olarak adlandırmaktaydılar. Bu kişiler kendilerine elçi denilmesinin, müjdenin anlaşılmasından daha önemli olduğunu düşündüklerinden dolayı Pavlus bu kişilerin müjdeyi bencil tutkularla duyurduklarını söylemektedir. Bu şekilde de, bu kişiler, Pavlus’a hapiste olduğu süre boyunca sıkıntı vereceklerinden emin bir şekilde hareket etmektedirler. Ancak Pavlus bu duruma sevinmektedir. Pavlus için önemli olan bu kişilerin hangi motivlerle bunu yaptıkları değil, yaptıkları iş sonucunda Mesih’in tanınıyor olmasıdır. Bu noktada sık sık yapılan bir yorum hatasına değinmek zorundayım. Sık sık, Reform teolojisine bağlı olanlar, başka mezhepler ve görüşlere karşı fazla tolere edici gözükmediklerinden dolayı eleştirilmektedir. Bu eleştiriden sonra ise sık sık bu ayet gösterilip, ‘Bakın Pavlus bile kendisine karşı olanları eleştirmedi ama Mesih duyurulduğu, müjde yayıldığı için sevinmektedir.’ denmektedir. Ancak buradaki durumla günümüzde bazı kiliselerin müjdeyi duyurma şekilleri arasında farklılık vardır. Bizlerin, müjdenin tamamını açıklamayan diğer mezhep veya kiliselere karşı çıkıyor oluşumuzun nedeni, bu ayetlerdeki gibi bu kişilerin yanlış motivlerle müjdeyi doğru bir şekilde duyurmaları değil, tam tersine, doğru motivlerle müjdeyi yanlış bir şekilde duyurmalarıdır. Reform teolojisine bağlı olanlar, müjdenin 4 ruhsal kurala sıkıştırılarak sulandırılması ve kişiye basit bir dua etmesini isteyerek sahte bir güvence verilmesinin yanlışlığını eleştirdiklerinde, kişilerin motivlerini değil, müjdenin içeriğinin yanlış aktarılmasını eleştirmektedirler. Bu noktada ‘Ama insanlar iman ediyorlar, Rab bu kişileri de kullanıyor’ gibi bir karşılık gelebilir. Ancak bizlerin kaygısını çekmesini gereken şey, Tanrı’nın ne yapıp ne yapamayacağı değil (çünkü Tanrı’nın gücünün yetmeyeceği birşey yoktur), Tanrı’nın neyin yapılmasından hoşnut olduğudur. Eğer Tanrı kimin kurtulup kimin kurtulmayacağını sadece müjdeyi paylaşanlara bıraksaydı, cennetteki kişi sayısı ne kadar az olurdu! Bizlerin kaygısını çekmesini gereken şey, müjdeyi sulandırmadan, Tanrı’nın Kutsal Kitap’ta tanımladığı gibi başkalarına anlatarak, Tanrı’nın bizlere rağmen değil, bizlerle birlikte istediklerini kurtarmasıdır. Dolayısıyla, yukarıdaki ayetler, müjde nasıl paylaşılırsa paylaşılsın, önemli olan insanların kurtulup kurtulmadıklarıdır’ düşüncesini savunmak için verilemez. Bunun başka bir nedeni ise, Pavlus’un müjdenin içeriği konusunda ne kadar titiz olduğudur. Galatyalılar 1. bölümde şunu demektedir. İster biz, ister gökten bir melek size bildirdiğimize ters düşen bir müjde bildirirse, lanet olsun ona! Daha önce söylediğimizi şimdi yine söylüyorum: Bir kimse size kabul ettiğinize ters düşen bir müjde bildirirse, ona lanet olsun! Dolayısıyla bu ayetlerden anlamamız gereken şudur: Müjdenin içeriğinin değiştirilmeden, yanlış motivlerle bile olsa duyurulması bizi sevindirmelidir. Bunun dışındaki bir durum, insanların müjdeye değil, müjdeye benzer birşeye inanmasına neden olacağından, hiçkimse müjdeye benzer bir mesaj aracılığıyla kurtulmayacaktır. Pavlus 12. ayette içerisinde bulunduğu durumun Müjde’nin yararına olacak bir şekilde geliştiğini söylemektedir. İlk vaazımda da söylediğim gibi, Pavlus bu mektubu hapisten yazmaktadır ve kendileri hapiste olmayan Filipi kilisesini, bu zor koşullara rağmen bir Hristiyan olarak Tanrı’yı hoşnut eden bir şekilde yaşamanın mümkün olduğu konusunda teşvik etmek istemektedir. 12‘den 14‘e şunları okuyoruz: Kardeşler, şunu bilmenizi isterim: Başıma gelenler daha çok Müjde'nin yayılmasına yaramıştır. Sonuç olarak bütün saray muhafızları dahil, herkes Mesih uğruna zincire vurulduğumu öğrendi. Kardeşlerin çoğu da zincire vuruluşumdan ötürü Rab'be güvenerek Tanrı'nın sözünü korkusuzca söylemekte daha da cesur davranıyorlar. Pavlus doğal bir şekilde içerisinde bulunduğu koşulların zorluğundan yakınabilirdi. Eskisi gibi istediği yemekleri yiyemediğinden, sahip olmak istediği özgürlüğe sahip olamadığından dolayı yakınabilirdi. Daha da kötüsü, hapse atıldığı zaman, kendisine büyük bir istekle kulluk ettiği Tanrı’nın kendisini hapse atılmaktan neden korumadığı konusunda Tanrı’ya karşı yakınabilirdi. Pavlus kendi tanıklığını Elçilerin İşleri 26. bölümde Kral Agrippa’nın önünde anlatırken şunları söyledi: Elçilerin İşleri 26:15-18 "Ben de, 'Ey Efendim, sen kimsin?' dedim. "'Ben senin zulmettiğin İsa'yım' diye yanıt verdi Rab. Haydi, ayağa kalk. Seni hizmetimde görevlendirmek için sana göründüm. Hem gördüklerine, hem de kendimle ilgili sana göstereceklerime tanıklık edeceksin. Seni kendi halkının ve öteki ulusların elinden kurtaracağım. Seni, ulusların gözlerini açmak ve onları karanlıktan ışığa, Şeytan'ın hükümranlığından Tanrı'ya döndürmek için gönderiyorum. Öyle ki, bana iman ederek günahlarının affına kavuşsunlar ve kutsal kılınanların arasında yer alsınlar.' Ancak bu vaadi veren Rab İsa Mesih, Pavlus hapisteyken neler yapmaktaydı? Rab Pavlus’a verdiği vaadi unutmuş muydu? Sadece belirli bir odada tıkılı kalan Pavlus, ulusların gözlerini bu ufak odadan nasıl açacaktı? Pavlus’un bu konuda gerçekten neler hissettiğini bilemeyecek olsak da Romalılar 4’ü yazan Pavlus’un İbrahim’in örneğini kendisine hatırlattığından eminim. Tanrı aynı şekilde İbrahim’e soyunun İshak aracılığıyla süreceği konusunda bir vaatte bulunmuştu. Yaratılış 21:12’de Tanrı, İbrahim’e senin soyun İshak’la sürecek diyerek söz vermişti. Bunu söylemesinin ardından ise, hemen bir sonraki bölümde Yaratılış 22:2‘de şunları okuyoruz. Tanrı, "İshak'ı, sevdiğin biricik oğlunu al, Moriya bölgesine git" dedi, "Orada sana göstereceğim bir dağda oğlunu yakmalık sunu olarak sun." İmanla düşünmeyen bir akıl, Tanrı’nın vaadini unuttuğunu veya vaadi konusunda güvenilmez olduğunu düşünecektir. Moriya bölgesine doğru ilerleyen İbrahim’in aklından geçenleri düşünün. Orada siz olsaydınız, neler düşünürdünüz? 100 yıl yaşadıktan sonra Tanrı size bir oğul verse, ardından bu oğul aracılığıyla yeryüzündeki bütün halkların kutsanacağı ve hatta dünyanın kurtarıcısının bu oğul aracılığıyla geleceği size söylense ve ardından bu oğlu kurban etmeniz gerektiğini duysanız siz ne düşürdünüz? Ancak, Romalılar 4:18-21’de bu konuda şunları okuyoruz İbrahim umutsuz bir durumdayken birçok ulusun babası olacağına umutla iman etti. "Senin soyun böyle olacak" sözüne güveniyordu. Yüz yaşına yaklaşmışken, ölü denebilecek bedenini ve Sara'nın ölü rahmini düşündüğünde imanı zayıflamadı. İmansızlık edip Tanrı'nın vaadinden kuşkulanmadı; tersine, imanı güçlendi ve Tanrı'yı yüceltti. Tanrı'nın vaadini yerine getirecek güçte olduğuna tümüyle güvendi. Bütün bunlara baktığımızda, Pavlus’un kaygılanmak veya yakınmak yerine, Tanrı’nın ilahi takdirinin onun için en iyi koşul olarak belirlediği durumdan nasıl Mesih’in yüceliği için yararlanacağını düşündü. Kaygılanan ve yakınan bir Pavlus, asla bu ayetlerdeki gibi, saray muhafızları da dahil, herkes Mesih uğruna zincire vurulduğumu öğrendi diyemezdi. Pavlus, Tanrı’nın ona verdiği vaadi hapistede yerine getirebilecek güçte olduğuna iman ederek, Mesih’i en kötü koşullarda bile duyurmaya devam etti. Bizler bu tip şeyleri okuduğumuz zaman ise, ‘Ama ben Pavlus gibi güçlü bir imana sahip değilim’ diyerek kendimizi Hristiyan sorumluluklarından özgür tutma eğilimine sahibiz. Ancak Tanrı’ya kulluk etme buyruğu sadece Pavlus’a veya en kutsal kişilere değil, Mesih’in kurtardığı herkese verilmiş bir buyruktur. Bizler Tanrı’nın bizler için belirlediği durumlarda nasıl davranmaktayız? İçinde bulunduğumuz durumlar iyi veya kötü olsalar da, bu durumlarda yaptığımız hareketlerin, söylediğimiz sözlerin, insanların Mesih’i nasıl tanıyacaklarını etkileyebileceğini düşünüyor muyuz? Ancak bu tip koşullarda Pavlus gibi davranabilmek için gerekli olan birşey daha vardır. Bu şey anlaşılana ve iman edilene kadar hiçkimse içinde bulunduğu kötü durumu, Mesih’in yüceltilmesi için meydana gelmiş bir duruma çeviremez. Peki nedir bu şey? Hristiyan’ın her koşulda dayanmasını ve Mesih’in onurunu korumasını sağlayan şey, her koşulda, ‘Tanrı iyidir’ demesidir. Bunu itiraf etmeyi beğensek de beğenmesek de, içinde bulunduğumuz koşullardan dolayı yakınmamızın asıl nedeni, Tanrı’nın her zaman iyi olduğuna inanmayışımızdır. Romalılar 8:28 şunları demektedir Tanrı'nın, kendisini sevenlerle, amacı uyarınca çağrılmış olanlarla birlikte her durumda iyilik için etkin olduğunu biliriz. Tanrı hangi durumlarda iyilik için etkindir? Bizim yararımıza olan durumlarda? Karnımızın tok, yüzümüzün güldüğü zamanlarda? Sadece hiçbirşeye ihtiyacımızın olmadığı durumlarda mı? Kesinlikle hayır! Her durumda! Her durumda! Bizler, kral sofrasının önündeyken de, köpeklerin kırıntısını paylaşırken de Tanrı kendisini sevenler için her durumda iyilik için etkindir. Tanrı iyidir diyen birisi her koşulda O’nu nasıl hoşnut edeceğinin yollarını ararken, Tanrı’nın iyiliğine inanmayan birisi, kendisini kötü koşuldan kendi gücüyle kurtarmaya çalışır. Asıl Tanrı’yı hoşnut eden şey, Tanrı’nın önümüze çıkardığı ve sırtımıza koyduğu çarmıhları sırtımızdan atma yolunu bulmamız değil, bu çarmıhı neden üzerimize koyduğunu ve bu çarmıhı taşırken ne öğrenmemizi istediğini bilmektir. Tanrı’yı hoşnut eden imanla, içi boş olan iman arasındaki fark budur. İnsanoğlu’nun başını koyacak bile yeri yokken, O’na iman edenlerin sıkıntılardan yakınmaları ne kadar enteresan birşeydir! Mesih, Golgota yolunda yere damla damla kanını akıtırken, bizlerin cennet yolunda güller içerisinde yatmayı beklememiz ne kadar enteresandır! Bedenin başa benzemesi ve O’na bağlı kalması zorunlu olduğu için, Mesih bizi bu çarmıhlarla eğitmektedir. Püritanlar’dan birisi, ‘Hristiyan’ın üniversitesi zorluklardır’ dedi. Bütün bunlar aracılığıyla Tanrı bizleri birer altın olarak görmektedir. Denenmeyen, ateşe tutulmayan ve arıtılmayan altının ne kadar değersiz olduğunu biliriz. Altın ateşte arıtılına kadar bir maden parçasından başka birşey değildir. Aynı zamanda güzel bir ağacın budanmadan kısa zamanda bütün dallarını yitireceğini de biliriz. Bütün bunları bilmemize rağmen, Rab bizi denemelerle, sıkıntılarla ve acılarla denediğinde nasıl olur da, ‘Rab bunu üzerimden kaldır, neden bana böyle davranıyorsun’ diyebiliriz? Tanrı, ocağın içinden çıkacak saf altını görmenin fikriyle sevinç duyarken, bizim yakınarak O’nu suçlamamız çok saçma değil mi? Yuhanna 15:1-2’de İsa şunları söyledi Ben gerçek asmayım ve Babam bağcıdır. Bende meyve vermeyen her çubuğu kesip atar, meyve veren her çubuğu ise daha çok meyve versin diye budayıp temizler. Bu ayet, içerisinde çok büyük gerçeklerin var olduğu, hayatımız boyunca üzerinde düşünsek yine de bütün içeriğini tüketemeyeceğimiz bir ayettir. İlk olarak İsa, gerçekten kendisine ait olmayanların Baba tarafından kesilip atılacağını söylemektedir. Bu noktadan, kilise disiplinin ne kadar önemli olduğunu, O’nun kilisesinden Tanrı’nın Sözü’ne göre atılanların aslında Baba tarafından meyve vermemeleri nedeniyle bedenden atıldıkları anlamını çıkarıyoruz. Ancak bizim ilgilendiğimiz kısım ikinci kısımdır. Baba meyve verenleri, yani Mesih’in gerçekten kurtardıklarını, budamaktadır. Eğer ağaçların gerçekten dili olsa, bu budama işinin hiç de zevkli birşey olmadığını, bahçıvan kendilerini budarken ne kadar büyük bir acı çektiklerini belki söyleyebilirlerdi. Fakat bahçıvan bu budamayı ağacı sevdiği, ve daha çok meyve vermesi için yapmaktadır. Bizler de Hristiyan yaşamımızda, göksel Babamızın canımızı acıtarak bizi budayışına tanık olmaktayız. Ama daha önce de söylediğim gibi bu budama bize acı çektirmek için değil daha çok meyve vermemiz için yapılmaktadır. Şu anda hepinizin ne sıkıntılardan geçtiğini az çok bilmekteyim. Fakat bu sıkıntılarınızı her ne kadar en ince detayına kadar bilmesem de, sıkıntılarınızın sizin iyiliğiniz ve kutsallaşmanız için size verildiğinden eminim. Gerçekten Pavlus’un bize kendi yaşamından öğrettiklerinden sonra hepimizin bu sıkıntıların yaşamımızda olduğu için sevinmemiz gerekmektedir. İçinde bulunduğunuz sıkıntılar, Tanrı’nın sizden nefret ettiği veya sizden hoşlanmadığı değil, Tanrı’nın sizi sonsuz bir sevgiyle sevdiği ve sizi kendi Oğluna benzetmek için bu sıkıntıları kullandığı anlamına gelmektedir. Bu nedenle sevinin! 1. Petrus 4:12-13 şunları demektedir Sevgili kardeşlerim, sınanmanız için size giydirilen ateşten gömleği, size garip bir şey oluyormuş gibi yadırgamayın. Tersine, Mesih'in acılarına ortak olduğunuz oranda sevinin ki, Mesih'in görkemi göründüğünde de sevinçle coşasınız. Samuel Rutherford, kilisesinde hastalığı nedeniyle devamlı acı çeken bir bayana şu sözleri yazdı: ‘Tanrı çocuklarına sopayla veya bir taçla gelirse gelsin, eğer bunları kendisi getiriyorsa, bu ne büyük bir berekettir.! Hoşgeldin, hoşgeldin İsa, ne şekilde gelirsen gel yeter ki seni biraz da olsa görebilelim,. Şundan kesin bir şekilde eminim ki, ölüm derecesinde hasta olarak yatağa mahkum olmamız ve bu nedenle Mesih’in perdenin arkasından yatağımıza gelerek, ‘Cesur ol, senin kurtuluşun benim’ demesi, sağlığın, zenginliğin ve arzuların tadını çıkararak, Tanrı tarafından hiç ziyaret edilmemekten daha iyidir.’ Bir gün cennette Mesih’in önüne çıktığınızda, geride kalan sıkıntı ve acılarınıza baktığınızda, ‘Eğer Tanrı bana bunları vermeseydi, şimdi bana verdiği tacın ve görkemin tadını şimdi ki gibi çıkaramazdım’ diyeceksiniz. Sizce kim bir bardak soğuk sudan daha çok zevk alır? Günlerce çölde kalmış birisi mi yoksa bir tatlı su ırmağının yanında yaşayan birisi mi? Sizce sonsuz yaşamın tesellisinden kim daha çok zevk alacaktır? Bu dünyada ilahi takdirin acılarla arıttığı bir kişi mi yoksa dünyadaki yaşamına cennet diyen kişi mi? Bu yüzden içinde bulunduğunuz kötü durumları, Tanrı’nın sizi yargılayışı veya kötülüğü değil, sizin iyiliğiniz için yaptığı işler olarak görerek bu durumları Mesih’in müjdesini yaymak için nasıl kullanabilirsiniz diye düşünmelisiniz. Filipililer 1:29’un da dediği gibi: Çünkü Mesih uğruna size yalnız Mesih'e iman etmek değil, daha önce bende gördüğünüz ve hâlâ sürdürdüğümü duyduğunuz zorlu çabanın aynısını göstererek Mesih uğruna acı çekmek ayrıcalığı da verildi. Tanrı’nın bu durumlara ayrıcalık derken bizler bu durumları kötü şeyler olarak görerek aslında şöyle dua etmekteyiz : ‘Rab, lütfen bu ayrıcalıkları üzerimden kaldır ve bana verme!’ Dikkat edin, Tanrı bu duanıza evet diyebilir. Bu yüzden ayrıca Tanrı’nın her duamıza evet dememesi için de dua etmeliyiz. Bu noktaya kadar bahsettiğim gerçekler sadece sizin değil başkalarının iyiliği için de geçerlidirler 14. ayette Pavlus şunu demektedir: Kardeşlerin çoğu da zincire vuruluşumdan ötürü Rab'be güvenerek Tanrı'nın sözünü korkusuzca söylemekte daha da cesur davranıyorlar. Sizlerin sıkıntılarınızda dayanması ve Rabbe güvenmesi başkalarını da aynı şekilde davranmaya teşvik edecektir. Bu şekilde davranmanız, sahte kardeşlerin kimler olduğunu da ortaya çıkaracaktır. Savaşın ortasında geri çekilen kişilere Rabbin ordusunda yer yoktur. İbraniler 10:35-39 şunları demektedir: Onun için cesaretinizi yitirmeyin; bu cesaretin ödülü büyüktür. Çünkü Tanrı'nın isteğini yerine getirmek ve vaat edilene kavuşmak için dayanma gücüne ihtiyacınız vardır. Artık, “Gelecek olan pek yakında gelecek Ve gecikmeyecek. Doğru adamım, imanla yaşayacaktır. Ama geri çekilirse, ondan hoşnut olmayacağım.” Bizler geri çekilip mahvolanlardan değiliz; iman edip canlarının kurtuluşuna kavuşanlardanız.
Bu nedenle sıkıntılarımız Tanrı’nın yüceliği için kullanabileceğimiz fırsatlar olarak görelim. Ortaçağda Protestan inançları nedeniyle Katolikler tarafından öldürülen imanlıların son cümleleriyle yüzlerce kişi Mesih’in ne kadar büyük bir sevgiye layık olduğunu gördüler. Biz kendi yaşamlarımızda aynı şeyi görmekte miyiz? Necati, Tilman ve Uğur bizlere örnek teşkil edecek şekilde bu ayetlere itaat ettiler. Keskin bıçaklar boyunlarındayken, Mesih için bunu yaptıklarını bilerek dayandılar ve şimdi belki de hiçbirimizin olmayacağı şekilde Mesih tarafından cennette onurlandırılmakta ve ödüllendirilmektedir. Bütün bunları düşünmek bizlerin çarmıhımızı taşımak konusunda ne kadar daha istekli olmaya yönlendirmelidir! Eğer Mesih yücelecekse, eğer ruhumuzun aşkını biraz daha tanıyacaksak, başımıza ne gelirse gelsin! Bize yüreğinin ta kendisini, en sevdiği biricik Oğlu Rab İsa Mesih’i veren, bizden başka daha neyi esirgeyecek? Bize yaşam ekmeğini veren Tanrı, günlük ekmeğimizi vermeyecek mi? Bu ekmeği verse de vermese de, bana gelen asla acıkmaz diyen yaşam ekmeğine sahip olduğumuzu bile bile hala daha yakınacak mıyız? Bütün bunlar bizden uzak olsun diye devamlı dua etmemiz gerekmektedir.
| |||||||||||||
"Jesus came and spake unto them, saying ... Go ye therefore, and teach all nations, baptizing them in the name of the Father, and of the Son, and of the Holy Ghost: Teaching them to observe all things whatsoever I have commanded you: and, lo, I am with you alway, even unto the end of the world." Matthew 28:18-20 KJV
|