![]() | |||||||||||||||
HAIL & FIRE - a resource for Reformed and Gospel Theology in the works, exhortations, prayers, and apologetics of those who have maintained the Gospel and expounded upon the Scripture as the Eternal Word of God and the sole authority in Christian doctrine.
EXTERNAL RESOURCES
Read Christian, Puritan, Reformed and Protestant exhortational works, Catholic and Protestant polemical & apologetical works, histories, martyrologies, and works on eschatology online: Hail & Fire Library
|
![]() |
HOME > Sermons: Hosted Sermons > Yuce Kabakci > ![]() Filipililer 2:1-10 Alçalan Mesih’in Yüceliği by Yuce Kabakci (Turkish Christian and Former Muslim Converted to Jesus Christ)
Filipililer 2:1-10 Böylece Mesih'ten gelen bir cesaret, sevgiden doğan bir teselli ve Ruh'la bir paydaşlık varsa, yürekten bir sevgi ve sevecenlik varsa, aynı düşüncede, sevgide, ruhta ve amaçta birleşerek sevincimi tamamlayın. Hiçbir şeyi bencil tutkularla ya da boş övünmeyle yapmayın. Her biriniz alçakgönüllülükle öbürünü kendinden üstün saysın. Yalnız kendi yararını değil, başkalarının yararını da gözetsin. Mesih İsa'daki düşünce sizde de olsun. Mesih, Tanrı özüne sahip olduğu halde, Tanrı'ya eşitliği sımsıkı sarılacak bir hak saymadı. Ama kul özünü alıp insan benzeyişinde doğarak ululuğunu bir yana bıraktı. İnsan biçimine bürünmüş olarak ölüme, çarmıh üzerinde ölüme bile boyun eğip kendini alçalttı. Bunun için de Tanrı O'nu pek çok yükseltti ve O'na her adın üstünde olan adı bağışladı. Öyle ki, İsa'nın adı anıldığında gökteki, yerdeki ve yer altındakilerin hepsi diz çöksün ve her dil, Baba Tanrı'nın yüceltilmesi için İsa Mesih'in Rab olduğunu açıkça söylesin. Geçen hafta Pavlus’un ‘Benim için yaşamak Mesih’tir, ölmek kazançtır’ cümlesini neden ve nasıl söyleyebildiğine baktık. Ayrıca, bir Hristiyan’ın sonsuz yaşam konusundaki güvencesi ve umudunun neden dünya tarafından ‘küstahça’ algılandığına da baktık. Hristiyan, bu yaşamda var olmanın amacının Mesih olduğunu, öldüğünde ise asıl kazancı olan Mesih’le birlikte olacağını bilmeli ve buna güvenmelidir. Bu hafta ise 2. bölüme geçeceğiz. 2. bölümde belki de Mesih doktrini olarak bilinen Hristoloji’nin temel ayetlerinden bir tanesine odaklanacağız. Ancak bu ayetlere geçmeden önce Pavlus, 1. bölümün sonunda söyledikleriyle, bu ayetleri birbirine nasıl bağlamaktadır? Pavlus her zaman mektuplarında sistematik bir sıra izlemektedir. Genel olarak öncelikle doktrini açıkladıktan sonra, bu doktrine göre nasıl yaşamamız gerektiği üzerinde durmaktadır. Bu yüzden her hafta Filipililer mektubu üzerine vaazları dinlerken, bir önceki hafta ne konuda konuştuğumuzu hatırlamanız, Pavlus’un izlediği sıranın ardında yatan mantıksal nedeni de anlamanızda yardımcı olacaktır. 1. bölümde Pavlus, Filipili kilisesine, kendi yaşamından, bir Hristiyan olmanın ne anlama geldiğini açıkladı. Bunu bugünkü modern kilisenin aksine, Mesih sizin için öldü ve dirildi şeklinde değil, zaten bilinen bu ölüm ve dirilişin imanlıda ne gibi bir güven ve cesaret yaratması gerektiğine değindi. Şimdi Pavlus, genel gerçekleri açıkladıktan sonra, Filipi kilisesinin içerisine adımını atmaktadır. 2. bölüm 1. ayetten 5. ayete kadar olan kısımda Pavlus, Filipi kilisesinin içerisinde var olan bir soruna karşılık olarak yazmaktadır. Daha önce söylediğim gibi özellikle Pavlus’un mektuplarını okurken, bağlaçlara mutlaka ve mutlaka dikkat etmek zorundasınız. Bu bağlaçlara dikkat etmeden okumak demek, Pavlus’un neyin neyin nedeni ve sonucu olduğunu açıklayışını kaçırmanız anlamına gelecektir. 2. bölüm 1. ayette böylece diye çevrilen oute bağlacı aynı zamanda, bu nedenle şeklinde de çevrilebilir. Bu bağlacı anlayabilmemiz için bir önceki ayete bakmamız gerekmektedir. 29 Çünkü Mesih uğruna size yalnız Mesih'e iman etmek değil, daha önce bende gördüğünüz ve hâlâ sürdürdüğümü duyduğunuz zorlu çabanın aynısını göstererek Mesih uğruna acı çekmek ayrıcalığı da verildi. Yani, Mesih uğruna acı çekmek bir Hristiyan için katlanılması iğrenç olan birşey olarak değil, tam tersine bir ayrıcalık olarak görülmelidir. İşte bu yüzden diye başladığı cümlede Pavlus şöyle devam etmektedir. Böylece Mesih'ten gelen bir cesaret, sevgiden doğan bir teselli ve Ruh'la bir paydaşlık varsa, yürekten bir sevgi ve sevecenlik varsa, aynı düşüncede, sevgide, ruhta ve amaçta birleşerek sevincimi tamamlayın. Hiçbir şeyi bencil tutkularla ya da boş övünmeyle yapmayın. Her biriniz alçakgönüllülükle öbürünü kendinden üstün saysın. Yalnız kendi yararını değil, başkalarının yararını da gözetsin. İlk bakışta Pavlus’un acı çekmenin ardından nasıl da kilise içerisindeki ilişkilere geçtiğini anlamak zor gibi gözükmektedir. Ancak, biraz daha derin düşündüğümüzde, eğer günahlarımız nedeniyle değil, Hristiyan olduğumuz için dünya tarafından reddediliyorsak, bu bizleri daha da çok birleştirici bir etki yaratmalıdır. Çünkü hep bir şekilde acı çeken imanlılarda, Mesih’ten gelen bir cesaret, sevgiden doğan bir teselli, Ruh’la paydaşlık ve yürekten bir sevgi ve sevecenlik varsa asıl o zaman Mesih için çekilen bu acılar bir ayrıcalık gibi görülmektedir. Hepimiz hayatımızın belirli bir noktasında Mesih’e iman ettiğimiz için reddedilmişizdir. Sonuçta, gerçekten Mesih karşıtı bir anlayışın egemen olduğu bir toplumun içerisinde yaşamaktayız. Ancak bu reddedilmelerin ve aşağılamaların ardından bize tatlı olarak gelen şey, Mesih’ten gelen cesaretdir. Bir süreliğine de olsa, bu zamanlarınızı hatırlayın. Sizler, reddedildiğinizde veya eleştirildiğinizde, Mesih size, kendisine ait olmanızdan dolayı cesaret vermedi mi? Elçilerin İşleri kitabında kırbaçlandıktan sonra gülerek gezen elçilerin yüzüne o gülücükleri koyan Mesih’ten gelen bu cesaret değil de nedir? Gerçekten Tanrı’nın Sözü’ne göre yaşayan bir kilisede olması gereken özellikleri Pavlus yukarıda sıralamıştır. Sevgiden doğan bir teselli kelimesi sizin için bir anlam ifade ediyor mu? Peki ya Ruh’la paydaşlık? Belkide defalarca, kilise içerisinde kardeşler olarak birbirimizi sevmemizin gerekliliğinden bahsetmişizdir. Ama artık bunun sadece beynimizden ağzımıza inip, yüreğimize hiç uğramadığı zamanlar yeter! Bir kilise olarak kendimize dikkat etmemiz gerekmektedir. Hiçbiriniz kendinize ait değilsiniz ve kardeşlerinize karşı sorumluluk taşımaktasınız. Bu nedenle bu kilise sadece gelenek olarak Pazar günleri toplanıyor ancak yukarıda Pavlus’un saydığı özelliklere sahip değilse, gözyaşları içerisinde tövbe etmesi gerekmektedir. Her hafta Rab’bin sofrasına gelirken, kendimizi sınamamız gerektiğini söylememize rağmen, içimizde kardeşlerimize karşı sevgi ve sevecenlik yoksa, bu sofraya gelerek günah işlemektesiniz. Bütün bunları söyleyerek, kardeşlerinizi sevmek zorundasınız demek istiyorum. Sevgi ancak doğru motivle başlarsa gerçekten sevgi olur. Kendimizi sevmeye zorlamaya çalışmakla ancak ikiyüzlü bir sevgi yaratmış oluruz. Bu nedenle kardeşlerinizi neden sevmeniz gerektiği konusunda kendinize doğru nedenler bulmalısınız. Bu konuda size yardımcı olabileceğim bazı nedenler vardır: 1) Tanrı’nın seçilmişlik hükmü: Seçilmişlik öğretisi sadece karşıt görüşte olan kardeşlerimizle tartışmak veya onların argümanlarını çürütmek veya bizde gurur yaratmak gibi bir fonksiyona sahipse, ilk olarak bu öğretiyi anlamamışsınız demektir, ikinci olarak ise bu öğretiyi kafanızdan derhal silmeniz gerekmektedir. Romalılar 8. bölüm 29. ayette Pavlus şunu demektedir: Çünkü Tanrı önceden bildiği kişileri Oğlu'nun benzerliğine dönüştürmek üzere önceden belirledi. Öyle ki, Oğul birçok kardeş arasında ilk doğan olsun. Bu ayette önceden bildiği kelimesi, önceden iman edeceklerini bildiği anlamına kesinlikle gelmemektedir. Kutsal Kitap’ta bilmek kelimesi sevmek ve hatta cinsel ilişki anlamına bile gelmektedir. Yaratılış 4:1’de ‘Adem, karısı Havva ile yattı’ denmektedir. Asıl burada yattı kelimesi değil, Musa tarafından ‘bildi’ kelimesi kullanılmaktadır. Yani Adem, karısı Havva’yı bildi. Bu bilme, Adem’in Havva’yı bilimsel olarak incelemesi anlamına gelmemektedir. Tam tersine, Adem ve Havva arasındaki derin sevgiyi anlatmak için kullanılmaktadır. Bir başka örnek Yeremya 1:5’te bulunmaktadır. Ana rahminde sana biçim vermeden önce tanıdım seni. Doğmadan önce seni ayırdım, Uluslara peygamber atadım." Burada da Rab aslında, ‘Ana rahminde sana biçim vermeden önce bildim seni’ diyerek, daha Yeremya doğmadan önce, Tanrı’nın ona olan derin sevgisini açıklamaktadır. Bir başka örnek ise Matta 7:23’te bulunmaktadır. İsa Mesih son günde kendisine iman ettiğini söyleyen bazı kişilerin O’nun adıyla peygamberlik ettikleri, cinler çıkardıkları, ve birçok mucize yaptıklarını söylediklerinde, İsa onlara, ‘Sizi hiç tanımadım, uzak durun benden ey kötülük yapanlar diyecektir. Burada da Matta’nın kullandığı ve bizim tanımadım diye çevirdiğimiz kelime aslında sizi hiç bilmedim şeklinde çevrilmelidir. İsa tabii ki, ilk anlamıyla tanımaktan bahsetmemektedir çünkü O’nun tanımadığı hiçbirşey yoktur çünkü herşeyi O yaratmıştır. Ama İsa’nın burada bahsettiği tanıma, Adem ve Havva, Yeremya ve Pavlus’un bahsettiği şekilde sevgiyle bilme anlamına gelmektedir. Bütün bu örneklerden sonra Romalılar 8:29 hakkında ne diyebiliriz? Tanrı önceden bildiği kişileri, Oğlu’nun benzerliğine dönüştürmek üzere önceden belirledi. Yani Tanrı, sonsuzluktan beri derin bir sevgiyle sevdiği, onlar için özel, başkalarına vermeyeceği bir sevgi ve vaadi içerisinde barındırdığı kişileri, Oğlu’nda kurtarılmaları üzere önceden belirledi. Sizler seçilmişlik öğretisini düşünürken veya kardeşlerinizi sevme konusunu düşündüğünüzde bunu hiç aklınıza getirdiniz mi? Sizin sevmediğiniz veya hor gördüğünüz kardeşinizin, Tanrı’nın aklında daha zaman ve dünya başlamadan sevgiyle belirlediğini düşündünüz mü? Tanrı hem sizi hem de kardeşinizi, dünya başlamadan önce derin bir sevgiyle bildiyse ve sevdiyse, sizin bu kardeşinizi sevmemeniz için bir neden kalmış mıdır? Kilisede var olan, geçinilmesi en zor olan kişi bile eğer gerçekten bir imanlıysa, Tanrı’nın düşüncesinde ve gerçekte O’nun tarafından bu şekilde sevilmektedir. Sizin buna rağmen kendinizi daha üstün görmeniz ne kadar büyük bir saçmalıktır. 2) İkinci olarak Mesih’in kefareti: Bu nokta oldukça açıktır. Pavlus Romalılar 14:15’te Mesih’in uğruna öldüğü kardeşimiz için sürçme taşı olmamamız gerektiğinden bahsetmektedir. Mesih’in kanının, sizin için olduğu kadar kardeşiniz için aktığını kendinize hatırlatmanız, sevginizin yenilenmesinde size yardımcı olacaktır. Mesih’in kanından bir bardak size verilseydi, bu bardağı ne kadar özenle saklar, kimsenin dokunmaması veya birşey olmaması için özen gösterirdiniz. Peki ya bardaktan daha fazla uğruna akan kanı, kardeşimizi hor görerek, aşağıladığımızın farkında mıyız? 3) Üçüncü olarak, sonsuz yaşamı düşünmeniz. Bu dünyada kilisedeki yaşamımız, pazar günleri yaptıklarımız, sonsuza kadar yapacaklarımızın bir antrenmanı gibidirler. Evet, cennette, Rabbin sofrasından almayacağız, çünkü Rab bizimle birlikte İbrahim, İshak ve Yakup’la birlikte sofraya oturacaktır. Artık ona dua etmek zorunda kalmayacağız, çünkü eksiğimiz olmayacak veya O bizden uzak olmayacak. Ancak sevgi ve tapınma asla son bulmayacak. Orada son bulmayacak birşey daha vardır. Kardeşlerin birbirleriyle olan paydaşlığı ve sevgisi. Cennette farklı odalarda herkes büyük ekran televizyonda Tanrı’ya tapınmayacak. Tıpkı Vahiy kitabının açıkladığı gibi kimsenin sayamayacağı büyüklükte bir insan topluluğu sonsuza kadar Tanrı’ya tapınacak. Tabii ki, cennette günahsız bedenlerimizle nefret etme gibi bir imkanımız olamayacak, ama sonsuza kadar nasıl yaşayacağını düşünmesi gereken bizler, şimdiden sonsuzluğu beraber geçireceğimiz kardeşlerimizi sevmemiz gerekmektedir. Sık sık vaizler, X eylemini yapmalısınız demelerine rağmen, bunu neden ve nasıl yapacağımız konusunda Kutsal Kitap’tan bahsetmezler. Daha öncede bahsettiğim gibi, Ruh’la dolu olmak konusunu gerçekten Kutsal Kitap’tan açıklayabilen çok az insan tanıdım. Bu yukarıda bahsedilen ayetlerde de Pavlus, yetersiz bir öğretmenden farklı bir şekilde neden her birimizin alçakgönüllülükle öbürünü kendinden üstün sayması gerektiğini, yalnız kendi yararını değil, başkalarının yararını da gözetmesi gerektiğinin nedenini vermektedir. Bu neden de Mesih ilahisi olarak bilinen ayetlerdir. Filipililer 2:6-11 ilk yüzyıl kilisesinin söylediği bir ilahi veya litürjinin bir parçası olarak bilinmektedir. Nasıl biz zaman zaman Westminster inanç açıklamasından veya Heidelberg kateşizminden bir parçayı hep birlikte söylüyorsak aynı şekilde ilk yüzyıl kilisesi de Filipililer 2:6-11’i tapınmalarında kullanmaktaydılar. Tekrardan bu ilahiyi okuyalım. Mesih, Tanrı özüne sahip olduğu halde, Tanrı'ya eşitliği sımsıkı sarılacak bir hak saymadı.Ama kul özünü alıp insan benzeyişinde doğarak ululuğunu bir yana bıraktı. İnsan biçimine bürünmüş olarak ölüme, çarmıh üzerinde ölüme bile boyun eğip kendini alçalttı. Bunun için de Tanrı O'nu pek çok yükseltti ve O'na her adın üstünde olan adı bağışladı. Öyle ki, İsa'nın adı anıldığında gökteki, yerdeki ve yer altındakilerin hepsi diz çöksün ve her dil, Baba Tanrı'nın yüceltilmesi için İsa Mesih'in Rab olduğunu açıkça söylesin. Bu ayetlerde Pavlus, bizlerin neden alçakgönüllü olması için verilebilecek en büyük nedeni vermektedir. Bu neden de, Tanrı’nın ta kendisinin insan bedeni alacak kadar kendisini alçaltmasıdır. İsa Mesih, Yuhanna 17’de, beden almadan önce, Baba’yla birlikte paylaştığı görkemden bahsetmektedir. Dünyaya gelmeden, hatta dünya yaratılmadan önce de Mesih, ulu Tanrı olarak var olmaktaydı. Ancak Baba’nın O’na verdiği görevde, Mesih bu hakkını, yani Tanrılığın O’na verdiklerini kullanmamayı seçerek kendisini alçalttı. Tanrı’ya eşitliği sımsıkı sarılacak bir hak saymadı. Gerçekten Mesih’in beden almadan önceki yüceliğiyle, beden aldıktan sonra yaşadıklarını ve durumu karşılaştırdığımızda, bu kadar mükemmel bir Kurtarıcı’ya sahip olduğumuz için yüreğimiz şükranla dolmalıdır. Sadece bununla da kalmamalı, her türlü gurur ve kibir Mesih’in beden alışı doktriniyle yok olmalıdır. Eski Antlaşma’da otoriteyle konuşan YHWH, Mesih İsa’nın ta kendisiydi. Bizlerin kurtuluşu, en değerli, en mükemmel ve en kutsal kan olan Tanrı Oğlu’nun kanına mal oldu. Baba’nın yanında sonsuzluktan beri var olan Mesih, hüzün ve ölüm diyarına geldi. O’nun beden alışıyla Yaratıcı, yaratık oldu. Görkemle sarılı olan, üzerine insan bedeni aldı. Yeryüzünü ve gökyüzünü görkemiyle dolduranı beşikteki bezler bekledi. İsrail’i, Mısır’dan çıkaran Tanrı, Mısır’a kaçırılmak zorunda kaldı, yasayı veren Tanrı, yasaya bağlı olarak yaşamak zorunda kaldı. Sünneti veren, sünnet olmak zorunda kaldı. Gökleri ve yerleri yaratan, Yusuf’un evindeki marangoz atölyesinde çalıştı. Şeytanı zincirlerle bağlayan, Şeytan tarafından denendi. Dünyaya ve dünyadakilerin hepsine sahip olan, acıktı ve susadı. Gücün Tanrı’sı yoruldu. Bütün ulusların yargıcı, yargılanarak mahkum edildi. Yaşamın Tanrısı olan, ölüme mahkum edildi. Baba’yla sonsuzluk boyunca bir olan, Tanrı’m, Tanrı’m beni neden terkettin demek zorunda kaldı. Belinde cennetin ve cehennemin anahtarları olan, başkasının emrinde hapiste yatmak zorunda kaldı. Yaşamı süresince başını koyacak bir yeri bile olmadı, öldüğünde bile gömülecek yeri yoktu. Daha önce meleklerin taçlarını önüne serdikleri o baş, dikenden bir taçla sarıldı. Güneşten bile daha parlak olan o gözler, ölümle söndürüldü. Ve meleklerin ve azizlerin haleluyalarından başka birşey duymamış olan o kulaklar, kalabalıkların kendisine küfür edişini duydu. Herşeyden güzel olan o yüzü, hayvanlardan da aşağıda olan günahkarlar tarafından tükürüğe boğuldu. Hiçbir insanoğlunun konuşmadığı kadar kutsallık ve bilgelikle konuşan o dil, Tanrı’ya hakaret etmekle suçlandı. Gökyüzündeki kraliyet asasını tutan o eller, çivilerle çarmıha çakıldı. Çarmıhta her bir duyusu eziyet çekti. Dokunuşu mızrak ve çivilerle, koku alışı çarmıhın iğrenç kokusuyla, tad alışı sirke ve kötü şarapla, duyuşu ona edilen hakaretler ve annesinin ve öğrencilerinin yakarışlarıyla, ruhu ise terkedilmiş bir şekilde canını verdi. İşte senin ve benim işlediğim günahların bağışlanması için Tanrı’nın Oğlu’nun içinde bulunduğu durum buydu. Senin ve benim, küstahlığımız, gururumuz ve kibirimizin büyüklüğü nedeniyle, Tanrı Oğlu bu kadar alçaltılmak zorundaydı ki, Baba O’nun kendisini alçaltışı ve metnimizin de dediği gibi ölüme, çarmıh üzerindeki ölüme bile boyun eğmesiyle tatmin olabilsin. Gurur, Kutsal Kitap’ta en kötü günahlardan biris olarak anlatılırken, alçakgönüllülük ise en yüce erdemlerden birisi olarak tanımlanmaktadır. Mesih İsa’daki düşünce sizde de olsun. Eğer bütün bu gerçekleri bilmenize rağmen, kendinizi kardeşinizden daha üstün ve daha mükemmel görüyorsanız, Mesih’in kim olduğu hakkında zerre kadar bilginiz yok demektir. Bundan da kötüsü, O’nun beden alışını ve alçalışını hor görmekte ve hiçe saymaktasınız demektedir. Bu yüzden gurur günahının kendisi bile, bir kişinin kiliseden atılması için yeterlidir. Bizler her zaman haklı olmaya çalışmaktayız. Günlük yaşamlarımızın her noktasında bize haksızlık yapıldığını görmekte çabuk davranmaktayken, bizim bu olayda asıl haksızlığı yapan olduğumuzu görmemiz için başka şeyler gerekmektedir. Size olan yalvarışım ve Pavlus gibi sevincimi tamamlayın deyişim Mesih’in örneğinden kaynaklanmaktadır. Belki de her günahtan daha çok gurur günahının sizde olup olmadığını kontrol edin. Başkasının sizin sahip olmadığınız iyi bir özelliği sahip olduğunu gördüğünüzde kendinize 1. Korintliler 4:7’yi hatırlatın: Seni başkasından üstün kılan kim? Tanrı'dan almadığın neyin var ki? Madem aldın, niçin almamış gibi övünüyorsun? Püritanlar’dan Thomas Watson, ‘Lütufla tamamen dolu olduğunu düşünenden başka hiçkimse lütufdan o kadar yoksun değildir’. Metnimiz bize, Mesih’in bu alçalışının ardından Tanrı’nın O’nu yücelttiğini söylemektedir. Bunun sonucunda Baba Tanrı O’na her adın üzerinde olan adı, yani İsa adını bağışladı. Göğe yükseldikten sonra Mesih’in Baba’nın sağında oturduğunu, geri gelene kadar düşmanlarının ayaklarının altına serileceğini okumaktayız. Bir gün Mesih’in bütün bu yaptıklarına burun kıvıranlar, bunlar hiç gerçekleşmedi diyenler, hatta bunu ilkel ve inanılması imkansız olarak görenler, İsa Mesih’in görkemli gelişinde dizlerinin üzerine çökmek zorunda kalacaklar. Bunu yanlış anlamayın, bu diz çöküş sadece tapınmak istediklerinden dolayı olmayacak. Türkçe’de korkudan dizlerimin bağı çözüldü deyimi bu duruma uymaktadır. Mesih’e ait olmayanlar O’nun ikinci gelişinde, karşılaştıkları görkem ve yücelik karşısında dizleri titreyecek, yürekleri eriyecek ve artık ayakta kalacak güçleri kalmayarak, hangi dili kullanıyorlarsa o dilde İsa Mesih Rab’dir diyecekler. Bu nokta oldukça ilginçtir, çünkü her dildeki her kelime başka bir dilde kullanılmamaktadır. Ama bir gün, istisnasız olarak her ulus ve her dil, hep bir ağızdan İsa Mesih Rab’dir diyecektir. İşte o gün bazıları sevinç gözyaşlarıyla O’na Rab derken, bazıları da yüzlerini örterek, saklanacak bir yer arayarak O’na Rab diyeceklerdir. Ah keşke hayatımızın her anını O’nun alçaltılması ve yüceltilmesini düşünerek geçirebilsek! Bizim yüceltilmemiz için önce alçaltılmamız gerektiğini keşke anlayabilsek. Test edilmeyen, arındırılmayan bir kabın kullanıma uygun olmadığını anlayabilsek. İşte o zaman bütün sorunlarıyla bu dünyada yaşamak belki de daha katlanılır bir hale gelecektir. Mesih’in benzerliğine dönüştürüleceksiniz diyen Kutsal Kitap’ın sadece Mesih’in iyi ve sevgi dolu oluşundan bahsetmediğini unutmamamız gerekiyor. Sadece O’nun iyiliğine değil, çektiği acılara ve alçaltılışına da ortak olmamız gerekmektedir. İşte bu nedenle gururla hareket etmek, Tanrı’nın bilgeliğine, planına ve iyiliğine hayır diyerek, O’nun yüzüne tükürmekten başka birşey değildir. Yakup’un da dediği gibi ‘Rab'bin önünde kendinizi alçaltın, sizi yüceltecektir (Yakup 4:10). Tanrı’nın gözünde yücelmek isteyen, gururdan kendisini uzak tutacaktır. Bu nedenle, Mesih İsa’daki düşünce sizde de olsun.Mesih, Tanrı özüne sahip olduğu halde, Tanrı'ya eşitliği sımsıkı sarılacak bir hak saymadı.Ama kul özünü alıp insan benzeyişinde doğarak ululuğunu bir yana bıraktı. İnsan biçimine bürünmüş olarak ölüme, çarmıh üzerinde ölüme bile boyun eğip kendini alçalttı. Bunun için de Tanrı O'nu pek çok yükseltti ve O'na her adın üstünde olan adı bağışladı. Öyle ki, İsa'nın adı anıldığında gökteki, yerdeki ve yer altındakilerin hepsi diz çöksün ve her dil, Baba Tanrı'nın yüceltilmesi için İsa Mesih'in Rab olduğunu açıkça söylesin.
AMİN
| |||||||||||||
"Jesus came and spake unto them, saying ... Go ye therefore, and teach all nations, baptizing them in the name of the Father, and of the Son, and of the Holy Ghost: Teaching them to observe all things whatsoever I have commanded you: and, lo, I am with you alway, even unto the end of the world." Matthew 28:18-20 KJV
|