![]() | |||||||||||||||
HAIL & FIRE - a resource for Reformed and Gospel Theology in the works, exhortations, prayers, and apologetics of those who have maintained the Gospel and expounded upon the Scripture as the Eternal Word of God and the sole authority in Christian doctrine.
EXTERNAL RESOURCES
Read Christian, Puritan, Reformed and Protestant exhortational works, Catholic and Protestant polemical & apologetical works, histories, martyrologies, and works on eschatology online: Hail & Fire Library
|
![]() |
HOME > Sermons: Hosted Sermons > Yuce Kabakci > ![]() Filipililer 2:12-30 Yeryüzündeki Yıldızlar by Yuce Kabakci (Turkish Christian and Former Muslim Converted to Jesus Christ)
Geçen hafta Mesih ilahisi olarak bilinen ayetlere bakarak, Mesih’in kendisini alçaltışının ne demek olduğuna değindik. Mesih’in beden alışında, Baba’yı yüceltmek için yaptıklarının ne kadar derin bir iş olduğuna, tamamen Tanrı olmasına rağmen bu hakka sıkı sıkıya sarılmayarak dünyada hiçbir şekilde var olmamış ve var olmayacak bir alçakgönüllülük örneği sergilediğine baktık. Bu nedenle bizler de iman ettiğimizi iddia ettiğimiz Tanrı Oğlu’nun bu örneğini kilise içerisinde ve hatta dışında sergilememiz gerekmektedir. Bu hafta 2. bölümde, kaldığımız yerden devam edeceğiz. Hep birlikte bizi değiştirmek için verilmiş olan Tanrı Sözü’nü okuyalım: 12 Öyleyse sevgili kardeşlerim, her zaman söz dinlediğiniz gibi, yalnız ben aranızdayken değil, ama özellikle aranızda olmadığım şu anda da kurtuluşunuzu korku ve titremeyle etkin kılın. 13 Çünkü kendisini hoşnut edeni hem istemeniz hem de yapmanız için sizde etkin olan Tanrı'dır. 14-16 Her şeyi söylenmeden ve çekişmeden yapın ki, yaşam sözüne sımsıkı sarılarak aralarında evrendeki yıldızlar gibi parladığınız bu eğri ve sapık kuşağın ortasında kusursuz ve saf, Tanrı'nın lekesiz çocukları olasınız. Öyle ki, boşuna koşmadığımı, boşuna emek vermediğimi görerek Mesih'in gününde övünecek bir nedenim olsun. 17 Kanım imanınızın sunusu ve hizmeti üzerine adak şarabı gibi dökülecek olsa da seviniyor, hepinizin sevincine katılıyorum. 18 Aynı şekilde siz de sevinin ve benim sevincime katılın. 19 Durumunuzu öğrenmek, böylece içimi rahatlatmak üzere yakında Timoteos'u yanınıza gönderebileceğime ilişkin Rab İsa'da umudum var. 20 Timoteos gibi düşünen, durumunuzla içtenlikle ilgilenecek başka kimsem yok. 21 Herkes kendi işini düşünüyor, Mesih İsa'nınkini değil. 22 Ama Timoteos'un, değerini kanıtlamış biri olduğunu, babasının yanında hizmet eden çocuk gibi, Müjde'nin yayılması için benim yanımda hizmet ettiğini bilirsiniz. 23 Durumum belli olur olmaz onu size göndermeyi umuyorum. 24 Ben de yakında geleceğim, bu konuda Rab'be güveniyorum. 25 Ama muhtaç anımda bana yardım etmek üzere gönderdiğiniz elçiyi, omuz omuza mücadele verdiğim kardeşim ve emektaşım Epafroditus'u size geri yollamayı gerekli gördüm. 26 Çünkü hepinizi özlüyor, hasta olduğunu öğrendiğiniz için çok üzülüyordu. 27 Gerçekten de ölecek kadar hastaydı. Ama Tanrı ona acıdı; yalnız ona değil, acı üstüne acı duymayayım diye bana da acıdı. 28 İşte bu nedenle, onu tekrar görüp sevinesiniz diye kendisini daha büyük bir istekle yanınıza gönderiyorum. Böylelikle benim de kaygılarım hafifleyecek. 29 Onu Rab'de tam bir sevinçle kabul edin, onun gibi kişileri onurlandırın. 30 Çünkü sizin bana yapamadığınız yardımı yapmak için canını tehlikeye atarak Mesih'in işi uğruna neredeyse ölüyordu. Pavlus bu ayetlerde, daha önceki bölümlerde açıkladığı doktrinlerin pratik yaşamda nasıl belirmesi gerektiği konusuna devam etmektedir. Bunu nereden anlamaktayız? 12. ayetin yine önemli bir bağlaç olan ‘öyleyse’ kelimesiyle başlamasıyla. Bu ayetlerden önceki kısımda Mesih’in alçalışının örneğini verdikten sonra Pavlus, öyleyse diye başlayarak aslında, ‘Eğer Tanrı’nın kendisi olan Mesih, sizin insan doğanızı üzerinize alacak kadar alçaldıysa öyleyse sizin de şu şekilde yaşamanız gerekmektedir. Her dilde olduğu gibi Grekçe’de de bildirme kipiyle, emir kipi arasında bir fark vardır. Buna örnek vermem gerekirse, Türkçe’de bildirme kipiyle, ‘Sen doğru bir insansın’ derken, emir kipiyle, ‘Doğru bir insan olmalısın’ derim. Pavlus’un da doktrinden sonra açıkladığı pratik yaşam kısımlarında bildirme kipinden emir kipine geçtiğini görüyoruz. Bu nokta oldukça önemlidir çünkü bazen Yeni Antlaşma mektuplarını okurken bu farkı farkedemediğimiz için Elçiler’in emir olarak verdikleri birçok şeyi aslında tavsiye olarak algılamaktayız. Bunun sonucu olarak da insanı din değil, Tanrı’yla olan ilişki kurtarır gibi saçmalıkları üretmeye başlıyoruz. Hristiyanlık din değildir, Tanrı’yla olan canlı bir ilişkidir sözüyle ne demek istendiğini anlıyorum ve buna katılıyorum da. Bu cümleyle Hristiyanlıkta belirli kurallara uyarak Tanrı’nın beğenisini kazanamayacağımızı, bu beğeniyi sadece Tanrı’nın bütün yasasına uymuş olan İsa Mesih’e ve O’nun işine güvenerek kazanacağımız söylenmek istiyorsa tamamen katılıyorum. Ancak çoğu zaman bazılarımız din değil ilişki dediğimiz zaman bunu kastetmiyoruz. En azından bunu söylediğimiz imansızlar bu cümleye kendi varsayımlarıyla baktıkları için, söylemek istediğimizi anlamıyorlar. Benim burada önereceğim önerme şudur: Bir insanı Tanrı’yla ilişki değil din kurtarır. Hemen gözlerinizin açıldığını ve benimle aynı fikirde olmadığınızı görüyorum ancak bununla söylemek istediğim şudur. Dünya üzerindeki herkesin Tanrı’yla bir ilişkisi vardır. İmanlı olmayanlar Adem’de Tanrı’yla bir ilişkiye sahipken, imanlılar Mesih’te bir ilişkiye sahiptirler. Yani insanın sorunu Tanrı’yla olan bir ilişkiye sahip olup olmaması değil, sahip olduğu bu ilişkinin nasıl bir ilişki olduğudur. Peki bu ilişkinin iyi veya kötü oluşunu ne belirler. Bunu en iyi açıklayan bölümlerden birisi belki de 1. Mezmur’dur. 1 Ne mutlu o insana ki, kötülerin öğüdüyle yürümez, Günahkârların yolunda durmaz, Alaycıların arasında oturmaz. 2 Ancak zevkini RAB'bin Yasası'ndan alır Ve gece gündüz onun üzerinde derin derin düşünür. 3 Böylesi akarsu kıyılarına dikilmiş ağaca benzer, Meyvesini mevsiminde verir, Yaprağı hiç solmaz. Yaptığı her işi başarır. 4 Kötüler böyle değil, Rüzgarın savurduğu saman çöpüne benzerler. 5 Bu yüzden yargılanınca aklanamaz, Doğrular topluluğunda yer bulamaz günahkârlar. 6 Çünkü RAB doğruların yolunu gözetir, Kötülerin yolu ise ölüme götürür. Yani Tanrı’yla olan ilişkimizi belirleyen, O’nun Kutsal Kitap’ta açıklanan isteğini sevmemiz, bilmemiz ve yerine getirmemizdir. İşte bu anlamda bizleri kurtaran ilişkinin kendisi değil, dindir. Kilise tarihi boyunca, yüzyıllardır bu şekilde ve bu anlamda kullanılan din kelimesi maalesef, aydınlanma çağının beraberinde getirdiklerini kiliselerimize sokmakla kaybolmuştur. Bu yüzden Hristiyanlığın sadece bir ilişki değil, bu ilişkinin doğasını tanımlayan bir din olduğunu söylemek yanlış değildir. Peki ben bunları neden söylüyorum? Çünkü Pavlus 12. ayette şaşırtıcı gibi gözükebilen bir buyruk vermektedir. Öyleyse sevgili kardeşlerim, her zaman söz dinlediğiniz gibi, yalnız ben aranızdayken değil, ama özellikle aranızda olmadığım şu anda da kurtuluşunuzu etkin kılın. Bu ayette etkin kılın olarak çevrilen Grekçe kelime, katergadsomai, aslında ‘birşey yaparak birşeyi gerçekleştirmek’ anlamına gelmektedir. Etkin kılmak sözü neredeyse kelimenin çevirisi değil, yorumu olmakta, hatta yanlış bir yorumu olmaktadır. Yani ayetin ilgili bölümünü tekrar okumam gerekirse, ‘aranızda olmadığım şu anda da kurtuluşunuzu gerçekleştirmeye çalışın’ Peki imanla aklanma öğretisini savunan Pavlus’a ne oldu? Kurtuluşumuzu işlerle mi gerçekleştireceğiz? Tabii ki kesinlikle hayır! Burada Pavlus’un dengesini kurmaya çalıştığı şey, bizim bugünkü kilisede anlamını kaybettiğimiz şeydir. Bu da imanla aklanmayla iyi işlerimiz arasındaki ilişkidir. Maalesef genel kanı, imanla aklandığımız için artık Eski Antlaşma’da bulunan Yasa’ya karşı herhangi bir sorumluluğumuzun kalmadığı, Mesih bu Yasa’nın tamamını yerine getirdiği için bizlerin bu konuda pasif kalması gerektiği yönündedir. Ancak bu öğreti, yani Hristiyan’ın yasasız bir şekilde yaşaması Antinomiyanizm olarak bilinmekte ve kilise tarihinde her zaman sapkın bir öğreti olarak tanınmaktadır. Geçen haftalarda sık sık Matta 7. bölümden alıntı yaptım. Tekrar Matta 7:21-23’ü okuyalım 21"Bana, 'Ya Rab, ya Rab!' diye seslenen herkes Göklerin Egemenliği'ne girmeyecek. Ancak göklerdeki Babam'ın isteğini yerine getiren girecektir. 22 O gün birçokları bana diyecek ki, 'Ya Rab, ya Rab! Biz senin adınla peygamberlik etmedik mi? Senin adınla cinler kovmadık mı? Senin adınla birçok mucize yapmadık mı?' 23 O zaman ben de onlara açıkça, 'Sizi hiç tanımadım, uzak durun benden, ey kötülük yapanlar!' diyeceğim." Bu noktada Matta 7:23 ile Filipililer 2:12 arasında bir paralellik bulunmaktadır. Matta 7:23’te ‘uzak durun benden ey kötülük yapanlar (a podzoreite apo e mous oi ergadsomenoi menoi ten a nomian.) şeklinde çevrilen cümlede İsa aslında ‘uzak durun benden yasasız işler yapanlar’ demektedir. Yani bu kişiler her ne kadar İsa’ya ait olduklarını söyleseler de sanki İsa’nın onlara aracılığıyla yaşayacakları bir yasa vermemiş gibi yaşamaktadırlar. Yani Türkçe çeviride kötülük yapanlar olarak çevrilen cümle aslında tek kelimeden oluşan ve yasaya karşı veya yasasız anlamına gelen anomian kelimesi kullanılmaktadır. Matta 7:23’te kullanılan fiil ile Filipililer 2:12’de kullanılan fiil ise hemen hemen aynı fiillerdir (ergadzomenoi se katergadzomai). Yani Filipililer 2:12’de Pavlus, Matta 7:23’te İsa’nın son günde bazı sahte kardeşlere söyleyeceğinin tersinin bizler için geçerli olmasını istemektedir. Bir bakıma Pavlus bizlere, ‘Sakın öyle olmayın’ diye seslenmektedir. Yasa’yı yerine getirerek değil ancak imanla aklandığımız için yasayı tamamen bir kenara koyarak yaşamamız, ne yaparsak yapalım imanla aklandığımız için bize hiçbirşey olmayacağını düşünmemiz kesinlikle ve kesinlikle yanlıştır. Bu Şeytan’ın mantığıdır ve maalesef en doğru doktrini bile bazı imanlıların kafasında bulandırarak, imanlarını alt üst etmelerine neden olmaktadır. Yasa’nın kendisini mahkum ettiğini bilen bir imanlı, Yeni Antlaşma aracılığıyla bu Yasa’nın yüreğinde yazılı olduğunu bilerek Davut’un Mezmur 119:97’de söylediği gibi, ‘Ne kadar severim yasanı! Bütün gün düşünürüm onun üzerinde.’ demelidir. Vaazın başında bildirme kipiyle, emir kipinden bahsetmiştim. İşte Filipililer 2:12’de Pavlus’un kullandığı kip emir kipidir. Yani Filipililer 2:12 bize verilen bir tavsiye değil bir buyruktur. Aynı zamanda kurtuluşunuzu saygı ve korkuyla etkin kılın cümlesi, kurtuluşunuzu korku ve titremeyle etkin kılın olarak çevrilmelidir. Pavlus burada saygı kelimesini değil, ‘korku’ anlamına gelen psobou kelimesini kullanmaktadır. Yani bizler hem kilisede kardeşlerimizle olan ilişkilerimizde hem de kendi kurtuluşumuzda tembel veya ihmalkar olmak yerine, sahip olduğumuz bu ayrıcalıkları koruma konusunda korku ve titremeyle davranacak kadar dikkatli olmalıyız. Geçen haftaki vaazda Mesih’in itaat edişi gibi bizler de itaat etmeliyiz. Peki bu kendi gücümüze dayanarak mı kurtuluşumuzu etkin kılmamız anlamına gelmektedir? Kesinlikle hayır! Çünkü Pavlus bir sonraki ayette çünküyle başka bir cümleye başlamaktadır. Çünkü kendisini hoşnut edeni hem istemeniz hem de yapmanız için sizde etkin olan Tanrı'dır. Bu ayet gerçekten bizlere teselli vermelidir. Tanrı’yı hoşnut eden şeyleri yapabilmek için önce bu şeyleri arzu edebilmemiz gerekmektedir. Bu ayet, Tanrı’nın hem irademiz hem de eylemlerimiz üzerinde egemen olduğunu bize açıkça göstermektedir. Bizler her zaman özgür iradeye sahip olmanın ne kadar önemli olduğunu söylemek isteriz. Bu nedenle, Tanrı’nın insanın iradesine karışmadan onu serbest bırakmasını arzularız. Ancak, Tanrı bizim kendi irademize bırakıldığımızda aslında içinde bulunduğumuz günahkar konumdan dolayı asla irademizin O’nu hoşnut edecek olan şeyleri seçmeyeceğini bildiğinden dolayı, kendisini hoşnut eden şeyi hem istememiz hem de yapmamız için bizde etkin olmaktadır. Özgür irademiz var mıdır? Kesinlikle evet. İrademiz özgür müdür? Kesinlikle hayır. Reform teolojisini eleştirenler genelde bu iki kavram arasındaki farkı kaçırmaktadırlar. Bizlerin iradesi istediğini yapmakta özgürdür. Her birimiz hiçbirşeyin zorlaması olmadan isteklerimiz, arzularımız ve doğamıza göre seçim yapmaktayız. İşte asıl sorun bu isteklerimiz, arzularımız ve doğamızın Adem’den miras aldığımız orijinal günah nedeniyle tamamen bozulmuş olmalarıdır. İşte bu nedenle irademiz istediğini seçmekte özgürdür ancak Tanrı’yı hoşnut edeni kendi kendisine seçmekte özgür değildir demekteyiz. Çünkü, tekrardan vurgulamam gerekirse, Tanrı’nın lütfu olmadan özgür irademiz sadece en iyi bildiği şeyi yapacaktır. O da günaha kölelik etmektir. Sadece günahı seçebilecek bir özgürlüğe Kutsal Kitap özgürlük dememektedir. Ama zenginliği büyük, bilgeliği ve bilgisi derin olan, yargıları akıl ermez, yolları anlaşılmaz olan Tanrı bizleri bu durumda bırakmak yerine, bizlerin O’nun istediği şeyleri isteyebilmemiz için içimize istek koymaktadır. Bu şekilde bizler özgürce, bilinçlice ve isteyerek Tanrı’nın istediği şeyleri seçebilmekte ve yapabilmekteyiz. İşte insanın sorumluluğu ve Tanrı’nın hakimiyeti bu şekilde el ele çalışmaktadır. Tanrı’nın herşeye egemen olduğu öğretisi bizleri tembelliğe veya karamsar bir kaderciliğe sürüklemekten ziyade, Pavlus’un da burada açıkladığı gibi daha da çok kurtuluşumuzu korku ve titremeyle etkin kılmaya yönlendirmelidir. Aynı gerçeği Petrus, 2. Petrus 1:10’da belirtti. Bunun için, ey kardeşler, çağrılmışlığınızı ve seçilmişliğinizi kökleştirmeye daha çok gayret edin. Bunları yaparsanız, hiçbir zaman tökezlemezsiniz. Pavlus 13. ayette bildirme kipiyle bir gerçeği daha açıkladıktan sonra yine emir kipine dönerek 14-16 ayetlerinde bizlerin kilise içerisinde ve dışarısında nasıl kişiler olmamız gerektiğine değinmektedir. Her şeyi söylenmeden ve çekişmeden yapın ki, yaşam sözüne sımsıkı sarılarak aralarında evrendeki yıldızlar gibi parladığınız bu eğri ve sapık kuşağın ortasında kusursuz ve saf, Tanrı'nın lekesiz çocukları olasınız. Öyle ki, boşuna koşmadığımı, boşuna emek vermediğimi görerek Mesih'in gününde övünecek bir nedenim olsun. Tekrardan söylenmenin bir Tanrı çocuğuna ne kadar yakışmadığını burada görmekteyiz. Daha önce de söylediğim gibi, bu dünyada durumundan en fazla mutlu olması gereken kişi Hristiyan’dır. Gerçekten lütufla dolu bir Hristiyan’ın elinden neyi alırsanız alın, hiçbir şekilde O’nun söylenmesini veya yakınmasını sağlayamazsınız. Yine Püritanlar’dan Robert Leighton, Eyüp’ün durumunu bir Hristiyan’a uyarlar şekilde şunları söyledi: Bir Hristiyan’ı nasıl korkutursunuz? O’na bütün malların yok oldu dediğinizde size, ‘Benim gerçek evim ve mirasım sağlam’ diye cevap verir. Eşin ve çocuğun öldü dediğinizde, ‘Yine de göklerdeki Baba’m yaşıyor’ der. Yarın öldürüleceksin dediğinizde, ‘Ne güzel, yarın hem Babama hem de mirasıma kavuşacağım demekki’ der. Kardeşler, aramızda kesinlikle söylenme ve çekişme olmamalıdır. Çünkü söylenme ve çekişme içinde bulunduğumuz durumdan çok, Tanrı’nın kendisinden ve bilgeliğinden yakındığımız anlamına gelir. Her ne kadar bunu ağzımızla söylemesek de, içinde bulunduğumuz durumların hepsinin Tanrı’dan geldiğini bilmeniz, aslında Tanrı’yı sert bir efendi olarak gördüğünüzü göstermektedir. Peki bizler bütün bu söylenenlere göre nasıl kişiler olmalıyız? Bu eğri ve sapık kuşağın ortasında, kusursuz ve saf, Tanrı’nın lekesiz çocukları olmalıyız. Pavlus bu ayetleri yazarken Yasanın Tekrarı 32:5’e gönderme yapmaktadır. Bu eğri ve sapık kuşak, O'na bağlı kalmadı. O'nun çocukları değiller. Bu onların utancıdır. İsrail, Tanrı’nın çocukları olarak anılmasına karşın, Tanrı’nın antlaşmasına bağlı kalmayarak kendisini kirletti ve bu şekilde Tanrı onlardan eğri ve sapık kuşak olarak bahsetmektedir. Yeni Antlaşma’da ise Tanrı, daha önce de söylediğim gibi, yasasını çocukları olan bizlerin yüreklerine yazarak, kendisini hoşnut eden şeyi hem istememiz hem de yapmamızı sağlayarak, bizlerin Eski Antlaşma’daki lekesiz ve kusursuz kurbanlar gibi olmamızı sağlamaktadır. Bunu düşündüğümüzde, ne kadar büyük bir ayrıcalığa sahip olduğumuz için şükretmemiz gerekmektedir. Bugün gazeteleri açtığınız zaman, tarihteki savaşlara baktığınız zaman, bizlerin her zaman eğri ve sapık bir kuşakla çevrildiğimizi görebilirsiniz. Kendi içinde yaşadığımız ülkeye baktığımızda, yapılan haksızlıkları, zulümleri ve hatta daha da kötüsü ahlaksızlığın övgüye değer bir şekilde bahsedildiği olaylara baktığımızda, bu ayetlerin bizler için ne kadar büyük bir önem taşıdığını anlayabilirsiniz. Daha önce söylediğim gibi, Tanrı bizlerden yaşamlarımızı diri kurbanlar olarak O’na sunmamızı beklemektedir. Ancak Tanrı Kutsal Kitap’ın hiçbir yerinde kusurlu bir kurban kabul etmemiştir. Eski Antlaşma’daki kurban sistemine baktığımızda Tanrı’nın defalarca ve defalarca bu konunun üzerinde durduğunu görebiliriz. İşte bu nedenle, bizlerin bizleri saran dünyadan farklı olmamız gerekmektedir. Hiç ışık kirliliğinin olmadığı bir yerde gökyüzüne baktınız mı? Yıldızların ve ayın ne kadar net bir şekilde parladığını böyle bir yerde görebilirsiniz. Aynı şekilde kendi yaşamlarımıza baktığımızda, tamamen karanlık içerisinde yaşayan bu ülkede evrendeki yıldızlar gibi parladığımızı mı, yoksa karanlığın içerisinde kaybolduğumuzu mu görüyoruz? Mesih’in müjdesi sadece bireyi değil, aynı zamanda bir ulusu ve kültürü de kurtarabilecek güce sahiptir. Ama bu müjdeye inandıklarını söyleyenler içlerinde bulundukları kültürle karıştıkları zaman işte o zaman kusursuzluklarını kaybedeceklerdir. Ülkemizin bize dayattırdığı bazı kültürel değerlerin, dini ve ahlaki anlayışın tamamını Kutsal Kitap süzgecinden geçirerek, Pavlusun da dediği gibi yaşam sözüne sımsıkı tutunmak zorundayız. Bizler akıntının içerisinde yaşıyoruz ve akıntının içerisinde yüzmeye gerek olmadığını hepiniz biliyorsunuz. Kendinizi bırakmanız akıntının sizi sürüklemesi için yeterlidir. Dünyada Hristiyanlar, akıntıya karşı yüzen balıklar olarak tanınmalıdırlar. Çünkü onlar buraya ait olmadıklarını, Mesih’in kendilerini bu dünyadan kurtarmaya geldiğini her hafta Rabbin Sofrasında ikrar etmektedirler. Bu nedenle yüreklerimizi sınamamız gerekmektedir. Bizler Tanrı’nın çocukları olarak içerisinde yaşadığımız ülkenin tanrısız değerlerine rahatsızlık vermek zorundayız. İmansızlar, bizimle zaman geçirdiklerinde bir farklılık görmek zorundadırlar. Eğer bu farklılığı görmüyorlarsa, onlara asla yolunuzu terkedin ve tek gerçek yol olan İsa Mesih’e iman edin diyemezsiniz. Çünkü size baktıklarında hiçbir değişiklik görmediklerinden, neden herşeylerini riske atarak bu yola girmek istesinler. Günahın gerçekten sonsuz yargıyı hakettiğine inanıp insanlardan tövbe etmesini mi istiyorsunuz? Eğer öyleyse neden hala günah içerisinde yaşıyorsunuz? Eğer öyle değilse neden insanların yollarını değiştirmeleri konusunda onlara yalvarıyorsunuz? Bu konuda ılık olmak imkansızdır. Ya gerçekten karanlıkta parlayan yıldızlar gibisinizdir ya da karanlığın bir parçasısınızdır. Ancak bize rağmen Müjdenin ışığı parlamaya devam edecektir. İsa Mesih’in Ruhu’nun çalışmaya başladığı yerde karanlığın var olması imkansızdır. Efesliler 5:8’de Kutsal Ruh şunu diyor: Bir zamanlar karanlıktınız, ama şimdi Rab'de ışıksınız. Işık çocukları olarak yaşayın. Mesih’in sağladığı kefaret sayesinde bir zamanlar karanlık olan bizler şimdi ışığız. Zayıflıklarınız veya başarısızlıklarınız tamamen bu ışığı söndürecek kadar büyük değiller, çünkü Tanrı’nın sizde olan lütfu sizin günahlarınızdan daha büyük ve daha etkilidir. Bu nedenle Mesih’in kendisini örnek alarak, O’nun müjdesini her sabah uyandığımızda kendimize hatırlatalım. Bu şekilde neden ve nasıl ışık çocukları olabileceğimiz konusunda cesaret bulabilelim.
Amin
| |||||||||||||
"Jesus came and spake unto them, saying ... Go ye therefore, and teach all nations, baptizing them in the name of the Father, and of the Son, and of the Holy Ghost: Teaching them to observe all things whatsoever I have commanded you: and, lo, I am with you alway, even unto the end of the world." Matthew 28:18-20 KJV
|